Yaşam

CEID hazırlandı: Türkiye verdiği sözlerin onda birini yerine getirirse canlanırız

Türkan Uluk

ANKARA– Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Türkiye’de Katılımcı Demokrasinin Güçlendirilmesi: Cinsiyet Eşitliği İzleme Projesi (CEİD-İzleri)” kapsamında adaletten yoksulluğa, eğitimden kadına yönelik şiddete kadar 17 tematik başlıkta rapor hazırlandı.

Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaygınlaştırılması amacıyla 9 ilde 36 ay boyunca uygulanan proje kapsamında hazırlanan raporlar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin hak temelli izlenmesi açısından büyük değer taşıyor.

CEİD Yönetim Kurulu Lideri Prof. Dr. Gülay Toksöz, Proje Yöneticisi Ülker Şener ve uzmanlar çalışmanın detaylarını paylaştı:

Proje kapsamında 17 haritalama raporu yayınladınız. Bunlar çok çeşitli alanları kapsıyordu: eğitim, sağlık, istihdam, kadına yönelik şiddet, siyaset, kentsel hizmetler, spor, medya, dini hizmetler, insan/kadın ticareti, kadın mülteciler, yaşlılık, yoksulluk ve sosyal yardım, bilim ve teknoloji, adalete erişim. ve erkeklik. Her raporu tek tek incelemek gerekiyor ama toplumsal cinsiyet eşitliği (ve ana akımlaştırma) açısından en sorunlu tablo nerede? Sorunun çözümüne en yakın alanın neresi olduğunu düşünüyorsunuz?

Gülay Toksöz: Cumhuriyetin 100. yılı kutlanırken toplumsal cinsiyet eşitliğinin haklar temelinde izlenmesi amacıyla haritalama raporları hazırlanması, Türkiye’nin farklı alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliği açısından nereden geldiğini göstermesi açısından değerlidir. Her alandaki genel görünüme bakmayı düşünebilirsiniz. İlgili alanın sonuçlarını çıkarıyoruz, o alanda geçmişten günümüze yaşanan gelişmelere bakıyoruz ve ardından o alandaki uluslararası belgeleri detaylı bir şekilde listeliyoruz. Daha sonra Türkiye’nin bu uluslararası mevzuatın içinde ne kadar yer aldığına ve bu mevzuata dayanarak vatandaşlarına ne gibi vaatlerde bulunduğuna bakıyoruz. Verilen sözlerin tutulup tutulmadığını takip etmek ve anlamak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini gösteren göstergeleri, veri kaynaklarını ve endeksleri sıralıyoruz. Raporlarımızda Türkiye’de hak mücadelesi veren kuruluşların ilgili alandaki faaliyetlerini ve dünyadan yeterli örnekleri ihmal etmedik. Yıllar geçtikçe toplumsal cinsiyet eşitliği çabalarında bir miktar ilerleme kaydedildiyse, bu büyük ölçüde bu alanda çalışan hak temelli kuruluşların çabaları sayesindedir.

HER DÖNEMİN SORUNU: ŞİDDET, YOKSULLUK…

CEİD-İzleri projesi kapsamında 17 tematik rapor hazırlandı ve bu konu başlıklarından bazıları Türkiye gündeminde güncelliğini hiçbir zaman kaybetmeyen konuları içeriyor. Her çağın sorunlarını kadına yönelik şiddet, yoksulluk, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim, sosyal hizmetler, istihdamdaki eşitsizlikler ve insan/kadın ticareti olarak sıralayabiliriz.

İlknur Yüksel: Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda en umut verici şeyin kadın ve LGBTİ bireylerin hakları için mücadele eden kurumların varlığı olduğunu söylemiştik. Bir diğer olumlu gelişme ise kadına, çocuğa ve LGBTİ+ bireylere yönelik şiddetin artık daha görünür hale gelmesi. Medyanın bunda büyük rolü var. Aynı zamanda son dönemde özel sektör ve yerel yönetimlerin de sınırlı sayıda da olsa toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki sorumluluklarının farkına vardıkları, mobbing, taciz, istihdamda eşitlik gibi konularda yaptıkları çalışma ve eğitimleri sıralayabiliriz. . Ve üzerinde ne kadar baskı olursa olsun kadın çalışmaları disiplininin akademide hala var olması önemli. Ayrıca kadına yönelik şiddete ilişkin bilginin değerli olduğunun bilincinde olan STK’ların sayısının artması da olumlu gelişmelerden biri.

ADALETE ERİŞİMDE CİNSİYET EŞİTLİĞİ

Adalete erişimde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda neredeyiz?

Gülriz Uygur: Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından adalete erişim konusunda iki temel engel bulunmaktadır. İlk engel sosyo-kültürel ve ekonomik engellerdir. İkinci sorun hukuki-kurumsal yapıyla ilgilidir. Bunlardan ilki yasal mevzuatla ilgilidir. Öncelikle hukuki mevzuat açısından adalete erişime baktığımızda Türkiye’nin de taraf olduğu Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin CEDAW Sözleşmesi’ni görüyoruz. Bu değerli bir anlaşmadır. CEDAW Komitesi tarafından yayınlanan 33 No’lu Genel Tavsiye, yalnızca adalete erişim konusuna ağırlık vermesi nedeniyle önemlidir. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kadına yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi açısından bir geri adımdır. Ancak CEDAW Komitesi’nin yayınladığı 35 No’lu Genel Tavsiye, çok değerli kararlar içermesi nedeniyle önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Öte yandan 6284 sayılı Kanun ve Türk Ceza Kanunu’nda kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik önemli kararlar bulunmaktadır. Bu bağlamda kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik önemli kararların olduğu söylenebilir. Ancak kadınların adalete erişimi sadece kadına yönelik şiddetle ilgili değildir. Hukukun her alanında sağlanmalıdır.

İkincisi, adı geçen kurumlarda toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine sahip yeterli sayıda uzmanın bulunmaması bir sorundur. Adliyelerde şiddete uğrayan kadınların ilk başvurularının alındığı danışma büroları bulunmaktadır. Başvuruyu alan uzmanların hem toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinçli olması hem de travma sonrası gerilim bozukluğu konusunda bilgi sahibi olması gerekiyor. Travma yaşayan kişiyi ikincil bir travmaya maruz bırakmayacak bir yaklaşım sergilemeleri gerekiyor. Şiddeti birden fazla kez yaşadıktan sonra başkalarının, özellikle de yakınlarının önünde konuşmak da çok zordur. Türkiye’de mağdurlara yaklaşımda ciddi sorunlar yaşanıyor. Mağdurun ifadesini alırken nasıl davranması gerektiği konusunda ilgili uzmanların farkındalık eğitimlerinden geçmesi ve hem psikolog hem de avukatlardan destek alması gerekiyor.

Üçüncü olarak adli yardımla ilgili sorunlardan bahsedebiliriz. Ankara Barosu’nda Gelincik Merkezi bulunmaktadır ancak diğer barolarda benzer bir merkez bulunmamaktadır. Gelincik Merkezi’nin insan gücü ve mali kaynakları da her başvuruyu takip etmelerini zorlaştırıyor. Bu uygulamanın kapsamının genişletilmesi, Türkiye’deki tüm barolarda yaygınlaştırılması ve baro dışındaki sivil toplum kuruluşlarının da bu konuda daha fazla destek sağlaması önemlidir.

Adalet sistemi içerisinde çalışanların tutumu nasıl? Ne yapılmalı?

Gülriz Uygur: Bir diğer sorun ise barolarda, kolluk kuvvetlerinde ve yargıda kurumsal düzeyde toplumsal cinsiyet perspektifinin olmayışıdır. Bu konuda mevzuatı uygulayan aktörlerin farkındalığının oluşturulması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Şiddete uğrayanlara ikincil mağduriyet muamelesi yapmamalı, şiddetin önlenmesi konusunda aktif tavır almalıdırlar. Bu bağlamda kolluk ve yargı mensuplarının toplumsal cinsiyet önyargılarının farkında olmaları ve bu önyargıları tutum ve davranışlarına yansıtmamaları gerekmektedir.

‘HUKUK MEVZUATIMIZ İYİ, UYGULAYABİLDİĞİMİZ KADAR’

Türkiye’nin mevzuat açısından durumu nedir?

Gülriz Uygur: Biz uygulayabildiğimiz sürece yasal mevzuatımız uygundur. Kadına yönelik şiddete karşı ulusal eylem planlarının olması, şiddetin önlenmesiyle ilgili kurumların varlığı, bu kurumların yapılanması ve bu konuda eğitimler düzenlenmesi açısından da uygun durumdayız. Sürekli olarak projeler yürütülmekte ve bu projelerin sonucunda her kuruma sürekli eğitim verilmektedir. Ancak bunun ne kadar hayata geçirilebileceği tartışmalıdır. Bunun takip edilebilmesi için CEİD-izler projesinin gerçekleştirdiği izleme çok önemlidir. Sorunların izlenmesi, raporlanması ve çözülmesinin talep edilmesi çok değerli. Bu kısmen “izleme” dediğimiz uygulamanın işlevidir.

SPORDA KADINA YÖNELİK ŞİDDET

Son dönemde başarılarıyla adından sıkça söz ettiren kadın sporcularımız, özellikle sosyal medyada da ön plana çıkıyor. Sporda neredeyiz?

Canan Koca : Son 5-6 yılda kadın sporcular uluslararası spor müsabakalarında özellikle bazı spor dallarında (voleybol, güreş, tikvando gibi) çok önemli başarılara imza attılar. Bu başarıların sürdürülebilir olacağına dair göstergeler de var. Bu başarıların önemli bir nedeni kadın sporculara ve spor branşlarına yapılan önemli yatırımlar iken, bir diğer nedeni de kadın sporcuların kendi spor kimliklerini güçlü bir şekilde inşa etmeleri ve birçok platformda görünürlük için çaba göstermeleridir. Sporda cinsiyet eşitliği sadece sporcuları/spora katılımı kapsamıyor. Sporda liderlik, antrenörlük, medya ve şiddet diğer alanlardır. Maalesef bu alanlarda spora katılım konusunda ilerleme göremiyoruz. Sporu yöneten kurumların karar alma mekanizmalarında kadın temsili çok düşük, kadın antrenör sayısı geçmişe göre arttı ancak kadınlar çoğunlukla altyapılarda ve makul spor departmanlarında görev alabiliyor. Ana akım spor medyasında kadın sporcuların sportif başarıları arttıkça görünürlüğü de artıyor ancak sadece başarıya endeksli bir medya temsilinin sürdürülebilirliği kolay değil. Ancak sosyal medya kadın sporcular için değerli bir markalaşma, görünürlük ve birebir bağlantı alanı olarak kullanılmaya başlandı. Sporda kadına yönelik şiddetin var olduğunu biliyoruz, hatta kadın sporcuların sosyal medya kullanım pratikleri nedeniyle adını daha çok duymaya başlıyoruz. Şu anda bu konuda herhangi bir kamusal veya önleyici politika bulunmamaktadır. Ne yazık ki kadın bedeni yani kadın sporcu bedeninin kamusal alanda görünürlüğü, özellikle sosyal medyada çeşitli cinsiyetçi saldırıları da beraberinde getiriyor. Kadın sporcular kıyafetlerinden, söylediklerinden, siyasi duruşlarından, cinsel yönelimlerinden dolayı tacize maruz kalıyor. Ancak sevindirici olan, bunların farklı kesimler tarafından hemen hemen aynı ölçüde benimsenmesidir.

SAĞLIKTA CİNSİYET EŞİTLİĞİ

Sağlık durumuna bakalım. Son dönemde bir pandemiyi atlatmışken ve yeni bir pandemi dönemine girme endişesi yaşarken, sağlık alanında toplumsal cinsiyet eşitliği ve sağlığa erişim açısından Türkiye nerede?

Ayşe Akın, Ezgi Türklük: Türkiye’de sağlık sistemi uzun süredir paraya odaklanmış, hastalık ve tedaviye odaklanmış durumda; Koruyucu ve önleyici hizmetlerin geri plana itildiğini görüyoruz. Bu yaklaşım hem kadınların sağlığını hem de yoksullar, engelliler, LGBTİ+lar ve göçmenler gibi dezavantajlı grupların sağlık durumunu ve hizmetlere erişimlerini olumsuz etkiliyor. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimde önemli engeller bulunmaktadır. Özellikle doğum kontrol işlemleri, istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması, erken tanıya yönelik tarama hizmetleri gibi hizmetlere erişimde önemli sorunlar yaşanmaktadır. Birinci basamakta istenmeyen ve riskli gebeliklerin önlenmesine yönelik yöntem ve hizmetlerin sağlanmaması, özellikle rahim içi araç uygulamalarının yapılmaması kadınları ve ailelerini zor durumda bırakmaktadır. Araştırmalar Türkiye’de aile planlaması hizmetlerine yönelik karşılanmayan ihtiyacın çok yüksek olduğunu ve giderek arttığını gösteriyor. 2022 yılında yapılan bir değerlendirme, toplumun üreme sağlığı bilgi düzeyinin dahi azalma eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur. Anne ölümleri arasında önlenebilir nedenlere bağlı anne ölümlerinin oranı yüksektir. Bu ve bunun gibi birçok nedenden dolayı Türkiye, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşmaktan çok uzakta. Türkiye, kadın sağlığının iyileştirilmesi konusunda önemli adımlar atmış bir ülke ancak gerileme yaşanmaması için hak temelli, ayrımcı olmayan, koruyucu-önleyici hizmetleri ekip halinde sunan ve herkesin erişebileceği bir hizmet anlayışı, özellikle birinci basamakta temel alınmalıdır. Birincil düzeydeki hizmet grubunun güçlendirilmesi gerekmektedir. Sağlık hizmetlerine erişim bir insan hakkı olup, bu hizmetleri sağlamak ve sağlık sistemini hakların kullanımına uygun hale getirmek devletin anayasal görevidir.

‘TÜRKİYE SÖZLERİNİN 10’DA BİRİNİ GERÇEKLEŞTİRİRSE REVİZYONA ULAŞACAĞIZ’

Raporlar incelendiğinde Türkiye’nin haklar açısından ileri düzeyde olduğu görülüyor; Birçok uluslararası sözleşmenin imzalandığını görüyoruz ancak uygulamadaki sorunların ön plana çıktığını görüyoruz. Peki ya kurumlar? Mesela orada uygulama sorunu var mı?

Ülker Şener: Bütün bu raporlara baktığımızda şöyle bir şey görüyoruz: Türkiye, uluslararası mevzuatta haklara dayalı toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik pek çok belge, anlaşma ve sözleşmeye imza attı ve söz verdi. Kağıt üzerinde vatandaşlarına haklarını verme konusunda oldukça ileride. Türkiye verdiği sözlerin onda birini yerine getirirse canlanırız; Ancak ne yazık ki verdiği sözleri yerine getirmiyor ve sözlerinden cayıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek üzere.

Bireysel kurumlara gelince, her kurumun mevzuatı, politika belgeleri, vizyon ve misyon belgeleri vardır. Tüm belgeler için geçerli olmasa da bazı belgelerde eşitlik uygulamalarının teşvik edildiği görülmektedir. Mesela Kalkınma Planlarında kadın istihdamına ilişkin tedbirlerin olması. Altını çizmek istediğim şey, Türkiye’de özellikle sosyal hizmetlerde ve sosyal politika uygulamalarında ciddi sorunların olduğudur. Eşitliğin sağlanmasında önem taşıyan bakım hizmetleri arasında; Yaşlı, engelli ve çocuk bakımından bahsediyorum. Bu sorunlar aile odaklı çözülmeye çalışılıyor. 0-3 yaş arası çocukları bir kenara bırakırsak, 3-6 yaş arası çocuklar arasında dahi okul öncesi okullaşma oranı çok düşük, sadece yüzde 48. Bu çocuklara anneleri, büyükanneleri ve büyükbabaları genellikle yardım eder. Bakımın bir kadın neslinden diğerine aktarılması söz konusudur. Bu aynı zamanda engelliler için de geçerlidir. Bakım sorunu çok az kamu desteğiyle çözülmeye çalışılıyor. Tamamen aile odaklı bir sosyal hizmet anlayışı sorunları çözmüyor gibi görünse de bunda ısrar ediliyor. Bireylerin refahını ön planda tutan yeni, karma bir paradigma benimsenmelidir. Ama ne yazık ki geçilemiyor. Şunu da belirtmek isterim ki ‘aileyi korumak’ adına yapılanlar aileyi korumamaktadır.

‘YOKSULLUK HAK TEMELLİ BİR YAKLAŞIMLA ELE ALINMALI’

CEİD-İzler projesinin çalıştığı alanlardan biri de yoksulluk. Yoksulluk raporu bize ne söylüyor?

Emel Memiş : Yoksulluk bir ekonomik kalkınma sorunu olarak görülüyor ancak kalkınma sağlansa bile kadın yoksulluğu otomatik olarak ortadan kalkmıyor. Raporda sorunun hak temelli bir yaklaşımla ele alınması gerektiğine dikkat çekiliyor. Buna rağmen ne CEDAW’da ne de ulusal mevzuatta yoksulluğun önlenmesinden sorumlu bir kurumdan bahsedilmemektedir. Rapor bu alandaki boşluğu vurguluyor. Herkesin hayatını oldukça zorlaştıran ekonomik krizin kadın yoksulluğunu daha büyük ölçüde etkilediğini biliyoruz. Dar gelirli hanelerde yaşamanın yükü neredeyse kadının omuzlarında. Geliri olan ve ücretli çalışan bir erkek olsa bile geçimini sağlayanın, bütçeyi yeterli hale getirmeye çalışanın genellikle kadın olduğunu biliyoruz. Bu bir ek yüktü. İkincisi, sosyal politikaların, özellikle de bu sosyal güçlendirme ve işbirliği konularının aile merkezli olması büyük bir sorundur. Eğer “kabul edilebilir” sayılan bir aileden değilseniz kadın ya da LGBTİ+ olarak bu sosyal yardımlardan faydalanmanız çok zor. Sosyal koruma ve hizmetlerden eşit şekilde yararlanmak da oldukça zordur. Bakım emeği karşılığında emeklilik ödeneği alma imkanı bulunmamaktadır. Bu nedenle ev kadını ya da işsiz kadın olarak değerlendirilen kadınların yaşlandıkça daha da yoksullaştığını görüyoruz. Sosyal güvencelerinin olmadığını, emeklilik güvencelerinin olmadığını, yaşlandıkça yalnız kaldıklarında çok daha büyük travmalara maruz kaldıklarını, hastalıklarla mücadele ettiklerini, yoksullukla mücadele ettiklerini, taciz veya diğer şiddet eylemleriyle karşılaşmak.

‘KRİZ VE AFET SONRASINDA KADIN YOKSULLUKUNUN ÇOK artacağı BEKLENİYOR’

Gülay Toksöz: Türkiye’de kadınlar çalışma hayatından büyük ölçüde dışlanıyor ve ortalama olarak her üç kadından yalnızca biri çalışıyor. Buna karşılık kadınların işsizlik oranları erkeklere göre önemli ölçüde daha yüksektir. Yıllardır yaptığımız gözlemler durgunlaştığımızı gösteriyor. Bunda uygulanan ekonomi politikalarının yanı sıra hükümetlerin istihdamda insana yakışır işler yaratmaya ve bu işlerin kadın ve erkekler arasında adil dağılımını sağlamaya yönelik bir politikasının olmaması da var. Yıllardır kadınlara esnek istihdam adı altında geçici, yarı zamanlı, yatılı işler teklif ediliyor. Bu işlerde çalışanlar sistemli bir sosyal güvenceye sahip olmadıkları için sosyal haklardan yararlanamıyorlar. Kadınların çocuk, hasta ve yaşlı bakımı yükünü azaltacak, toplumun bu konuda sorumluluk üstlenmesini sağlayacak kamu kurumsal hizmetleri sunulmuyor. Bu nedenle çalışmak isteyen birçok kadın işgücü piyasasına katılamıyor ve iş arayamıyor. Kadınları daha fazla doğum yapmaya teşvik eden resmi söylemlere rağmen, yoksulluğun arttığı koşullarda kadınlar daha fazla çocuk sahibi olmak istemiyor. Önümüzdeki dönem, nüfus içindeki payı giderek artan yaşlıların bakımının önemli bir sorun haline geleceği bir dönem olacaktır.

‘… YAŞLI HAKLARINA İLİŞKİN ULUSLARARASI BİR SÖZLEŞME YOK, UYGULAMALAR BU BELİRSİZLİK İÇİNDE YAPILIYOR’

Gülçin Con Wright: Pandemi döneminde 65 yaş üstü grubun ne kadar ihmale ve yaşlı ayrımcılığına maruz kaldığını gördük. Evlere kapanmak, sağlığını kaybetme korkusu, sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi yararlanamamak, aile bireyleri ile görüşememek ve sağlıklarını etkileyecek bir izolasyon… İşin kötüsü uluslararası bir düzenlemenin olmaması. Yaşlı haklarına ilişkin sözleşme yapıldığı için tüm uygulamalar körü körüne yürütülüyor. Elimizdeki tek şey, Dünya Sağlık Örgütü’nün 1999 yılında o yılı uluslararası düzeyde Yaşlılar Yılı olarak ilan etmesi ve bunun hemen ardından 2002 yılında Uluslararası Yaşlanma Eylem Planı’nın hazırlanması. Hızla yaşlanan dünya nüfusuna ve Türkiye nüfusuna tam olarak hitap eden bir sözleşmenin bulunmaması. Yaşlıların yaşam koşullarını iyileştirecek düzenlemelerin yapılması çok acil bir ihtiyaç olarak gündemimizde olmalıdır.

Ülker Şener : Bu acil ihtiyaçların başında evde bakım hizmetleri gelmektedir. Hiçbir bakım modelinin tek başına yaşlıların refahını sağlamadığını anlamak gerekir. Yaşlılık dönemini evde geçirmek isteyenler için ağırlıklı olarak kamu tarafından finanse edilen yatılı bakım hizmetleri, kurumsal bakım almak isteyenler için ise erişilebilir huzurevleri yer alıyor. Yaşla birlikte artan Alzheimer hastalığı ve benzeri konuları da düşünmek gerekiyor. Öte yandan yaş arttıkça kadınların nüfus içindeki oranı da artıyor. Bu durumu “yaşlılığın kadınlaşması” olarak tanımlıyoruz. Bu nedenle bakım hizmetleri planlanırken ve sunulurken cinsiyet ve farklı ihtiyaçlar değişken olarak dikkate alınmalıdır. Evet, tüm yaşlıların makul bir gelire ihtiyacı vardır, ancak engelli yaşlıların, kadın yaşlıların vb. de farklı ihtiyaçları olabilir.

Proje mülteciler için toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda neler söylüyor?

Cavidan Soykan, Kristeh Biehl: Mülteciler söz konusu olduğunda göç ve iltica kararını genellikle erkekler veriyor. Ancak bundan en çok zarar görenler kadınlar ve çocuklardır. Çünkü erkekler daha kolay iş bulup çalışabiliyor veya sosyal hayata katılabiliyor. Kadınlar ise yaşadıkları kentte evlerine kapanmış bir yaşam sürmekte ve yoksulluk oranları daha da artmaktadır. Ve çocuklarına bakma yükü onların üzerindedir.

Emel Coşkun: Göçmen ve mülteci kadınlara yönelik ayrımcılığın ve sistematik erkek şiddetinin görünür olduğu alanlardan biri de kadın ve kız çocuklarının hem emek sömürüsü hem de cinsel sömürü amacıyla ticareti gibi uygulamalardır. Uluslararası raporlar, cinsel istismarın yanı sıra kızların zorla evlendirilmesi, geçersiz evlilikler, çevrimiçi cinsel sömürü ve ev içi emek sömürüsü gibi cinsiyete dayalı kadın ticaretinin farklı biçimlerinin de çeşitlendiğine işaret ediyor. Türkiye’de insan/kadın ticareti kapsamında ne vatandaşın ne de mülteci kızların erken yaşta evlendirilmediği ortaya çıktı. Eleştirilerin ardından Göç İdaresi’nin rakamları 2019 ve 2020 yıllarında sadece 15 çocuğun tespit edildiğini gösteriyor. Ancak bu rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Bu sorunlar aynı zamanda ulusal mevzuat ile farklı politika alanları arasındaki çelişkilerden de kaynaklanmaktadır. Örneğin, şikayete dayalı olarak çocuğun cinsel istismarı durumunda, kızların isteklerinin erken yaşta sorgulanmasına olanak tanıyan ulusal bir mevzuat bulunmaktadır. Türkiye’de erkek cinselliğini ön planda tutan, toplum sağlığı ve toplumsal ahlakı ön planda tutan fuhuş rejimi ve politikaları, toplumsal cinsiyet perspektifinden insan/kadın ticaretiyle mücadeleyi engellemektedir. Bu hukuki ve sosyal koşulların yanı sıra, göçmenlerin oturma ve çalışma izinlerine erişimde yaşadıkları zorluklar da dikkate alındığında, özellikle göçmen kadınların insan ticareti, erkek şiddeti gibi sömürü biçimlerine maruz kalması sistematik hale gelmektedir. Göçmen ve mülteci kadınlar, sınır dışı edilme korkusu ya da haklarını arayamama korkusuyla maruz kaldıkları şiddet konusunda sessiz kalıyor. Örneğin geçtiğimiz Eylül ayında Düzce’de Özbekistanlı bir kadının, sevgilisi olduğu iddia edilen 68 yaşındaki evli bir erkek tarafından öldürülmesi ve geçtiğimiz Mart ayında Karabük’te 17 yaşındaki Gabonlu üniversite öğrencisi Dina’nın öldürülmesi bu sistematiğe işaret ediyor. göçmen kadınlara yönelik şiddet. Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden beslenen bu şiddet biçimleri, Türkiye’nin mevcut göç rejimiyle birleştiğinde, kadın ticareti gibi uygulamaların tespit edilmesini ve görünür hale getirilmesini zorlaştırıyor.

Bu parlamento seçimlerinin ardından Yeniden Refah ve Hüda-Par gibi partilerin varlığıyla kadın hakları konusunda ciddi endişeler ortaya çıktı. Hatta Refah nafakayla ilgili teklifini yaptı, diğer yandan 6284 sayılı Kanun’un değiştirilmesi ve bazı konuların kaldırılması da gündemde. Raporlarda da vurgulandığı gibi uygulamayla ilgili sorunlar da var. Herhangi bir tehlike görüyor musun? Bu çalışma bu endişelerin neresinde yer alıyor?

Gülay Toksöz: Son seçimlerde iktidar ve ittifak kurduğu partilerin profiline bakıldığında toplumsal cinsiyet eşitliği açısından elde edilen bazı kazanımların kaybedileceği endişesi yaygınlaştı. Örneğin nafakayla ilgili açıklamalar, aileyi korumak için alınmasını istedikleri önlemler, 6284 sayılı Kanun’un değiştirilmesi yönündeki baskılar, LGBTİ+ örgütlerine yönelik tehditler kadınları ve LGBTİ hareketini çok kaygılandırıyor; İnsan haklarını temel alan bu çabayı nasıl yürütebileceklerini düşünüyorlar. Özellikle lobicilik faaliyetleriyle hazırladıkları raporlarla kanun yapıcı kurumları ve politika yapıcı kurumları uyarmaya, harekete geçirmeye çalışıyorlar. Örneğin EŞİK platformuna üye birçok kadın örgütü, açılış günü olan 3 Ekim’de Meclis’e giderek “Yasalara dokunmayın, uygulayın” sloganıyla kazanılmış haklara dokunulmaması gerektiğini belirtti.

‘YEREL POLİTİKALAR MERKEZİ POLİTİKALAR KADAR ÖNEMLİ’

Genel olarak merkezi hükümetin cinsiyet eşitliği konusundaki yaklaşımını aktardınız. Yerel yönetimler, özellikle de belediyeler hakkında neler söylemek istersiniz?

Ülker Şener: Eşitlik alanında çalışanlar olarak dilimizde tuttuğumuz bir telaffuz var. Yerel düzeyde üretilen politika ve hizmetler bireylerin günlük yaşamlarını doğrudan etkilemekte ve dolayısıyla kısa sürede sonuçlara yol açmaktadır. Belediyelere baktığımızda her belediyenin kendi mahiyetine göre hizmet ürettiğini görüyoruz. Eşitliği benimseyen bir lider varsa eşitlik birimleri açılır, sığınmaevleri, kadın başvuru merkezleri öne çıkar; Aileyi ön planda tutan bir lider varsa bunlar yapılmaz. Örneğin sosyal yardım ve hobi kurslarına öncelik veren faaliyetlere öncelik veriliyor. Meğer hepsi değerliymiş, hepsi birbirini tamamlıyor. Belediyeleri değerlendirirken kullandığımız kriterler var. Bu kriterlere baktığımızda çoğu belediyenin başarısız olduğunu söyleyebiliriz.

  • Barınma veya kadın danışma merkezi hizmetleri veriliyor mu?
  • Eşitlik Birimi var mı?
  • Yerel Eşitlik Eylem Planı hazırlandı mı? Stratejik Plan eşitliğe duyarlı mı?
  • Yerel hizmetler erkekleri de kapsıyor mu? Ya da yoksul ve işsiz erkekler ya da LGBTİ+ bireyler gibi dezavantajlı konuma itilen hassas gruplara yönelik ne tür hizmetler üretiliyor?
  • Belediyenin hizmetleri kapsayıcı mı, hizmetlerden kimler yararlanıyor, kimler yararlanamıyor? Hizmete erişemeyenler neden ulaşamıyor? Belediye bunu sorun olarak görüyor mu?
  • Babalık eğitimi annelik eğitimi kadar önemli mi?

………
CEİD olarak önceki dönemlerde 9 ilde çalışmalar yürüttük: Adana, Ankara, Eskisehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Mersin, Samsun ve Trabzon. Kentin sivil toplum kuruluşları ve belediyeleriyle birlikte elimizden geldiğince bu illerde eşitliğin sağlanması için çalıştık. Bu illerimize artık şiddetli depremden kurtulmaya çalışan Bursa ve Hatay’ı da ekledik. Bu dönem özellikle çalkantıların yaşandığı Hatay’da çalışmalarımıza odaklanacağız ve yeniden yapılanma sürecinin eşitlik perspektifinden ilerlemesini sağlamak için kadın örgütleri, hak temelli sivil kuruluşlar ve belediyelerle birlikte çalışmak istiyoruz. Gelin bunun ne kadar mümkün olduğunu hep birlikte görelim.

Gülay Toksöz : Hak temelli izleme çalışmalarımızı önümüzdeki dönemde yeni alanlarda sürdüreceğiz. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde beklenen deprem tehdidi karşısında afet ve afet yönetimi durumunda cinsiyet eşitliğinin nasıl sağlanabileceğine ilişkin rapor hazırlanıyor. İklim krizi ve kırsaldaki etkilerini, işyerinde şiddet ve taciz konusunu, kamu harcamalarının dağılımını ve sanat alanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin durumunu ortaya koyarak gelişmeleri izleyeceğiz. Böylece hayatın her alanında eşitlik mücadelesini yürütmek için ortaya koyacağımız taleplere destek olacak bilimsel bilgileri sağlamaya ve paylaşmaya devam edeceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu